7 Mart 2012 Çarşamba

Basit Bir Cinayet Öyküsü

AltZine'de yayınlanan ilk öyküm;
http://www.altzine.net/altmetin/54-kurmaca/648-basit-bir-cinayet-oykusu


Haddini bilen bir damla gibi hissederdim kendimi. Nereden düşüp nereye sıçrayacağımı iyi bilirdim. Dağılır dağılmaz toparlanırdım. Önlüğünün yakası her daim kolalı bir ruhum vardı. Ne zaman ki akıttığım ilk kan süzüldü parmaklarımın arasından o sırada başladım okyanusun sınırlarında gezmeye. Onunla tanıştım. Esirgemedi kendinden, damladı. Damladıkça genişledim ben de, kırmızı kırmızı. Meğer yaşam bıçağın keskin tarafında saklıymış senelerdir. Ara sokaklarda silmek isterken gölgeni kalbinin yerinden sökülecek gibi olmasına bakmadan tir tir koşmakmış. Sonra bir anda yığılıp, duvarın dibinde, yosunluğuna sırıtmakmış. Titremekmiş sonra. Kulaklarında çanların çınlamasıymış. Korkunun en zifiri hallerinde zangır zangır yüzmekmiş. Bir anda bitiverip bir anda başlayanmış ve bütün bu yaşama dair yakıştırmaları şehrin bütün çöplerinin boşaltıldığı arazide, konteynerlerin arasında düşünmekmiş ve birazcık sakinleşirken kahretmekmiş boşluğuna ya da doldurduklarının gereksizliğine.

Annenin boğazını kesmekmiş, bir çırpıda. Bu da varmış yaşamın içinde. Başka bir adamla, ölmüş babamla senelerce beraber terlediği yatakta yakalamayı da tattırabiliyormuş hayat. Seni doğuranın kanı tırnaklarının arasında pıhtılaşırmış meğer. Konteynerlerin arasında saklanırken çöp emmekten sıkılıp tenine dadanan sineği ezmek gibi çabuk ve basit bir işmiş öldürmek. Basit bir evde, basit bir yatakta, basit bir adamla…

Kaçarken kan süzülüyordu basit kıçından. Peşinden koşarken kaldırımlar çeldi aklımı. Kanın taşların arasında dolaşmasına dayanamıyor insan. Bir keresinde gecenin bir vakti sokağın tekine saptım. Bir yakışıklı haince ve arka arkaya tokatlar atıyordu sevgilisine. Korku kadın kılığına bürünmüştü. Yavaşça yaklaştım ve basitçe yanlış bir şey yaptığını izah ettim delikanlıya. Sözlerimi pembe bir kayıtsızlıkla karşıladı. Ben de işin rengini koyulaştırdım. Mat ettim şah damarını, incecik. Kız görür görmez taşların arasından sızan kırmızı yılanı, düşüp bayıldı.

Basit, herkesin anlayabileceği bir cümle olduğu gibi kimsenin anlayamayacağı ya da anlamak istemeyeceği bir kelime oluyor. Basitin karakterinde dinlemek de vardır dinlememek de. Görmek de vardır görünmemek de. Ağlamak da vardır gülmek de. Bütün karşıtlıkları barındırır içinde. Yaşam, basittir. Yaşam ölümü kucaklar sımsıcak. Basit, biraz da karakterinde ölümü barındırdığı için güçlü bir kelimedir.

Mesela bir apartmanın damına çıkmışım, seyrediyorum güzelim memleketi. Gölgeler kadar sessizim ve bugün kan benden uzak dursun diye yalvarmışım hayata. Çünkü ben ne istersem yaşamdan isterim ki yaşam kendisi dışında bir şey olma fırsatı vermiyor bana.

Yönetici geldi. Bir gözü korku bir gözü kaygı denizi. Korku derin, dibi kayalık, Allah muhafaza. Ne işin var burada dedi. Birazcık seyre dalmıştım dedim. Burada kalamazsın, in aşağıya dedi. Tam anlamıyla, yani basitçe neden diye sordum. Bir anlamlı karşılık bekledim. Bana bütün cinayetlerimi itiraf ettirecek bir cümle. Beni şaşırtacak, ruhumu titretecek bir cümle. Babanın damı mı dedi ve devam etti. Ruhunu dama asılı gördüm. Elinden tutup çekmeye yoktu mecalim. Özgürleştirmek istedim onu. Kiremitler rengini hatırladı. Ben karıştım kalabalığın uykusuna. Basit, karakterinde inanmayı barındırır.

Haydarpaşa garının en üst katına süzülmüşüm. Saatler geçmiş, son vapur da yanaşmış Kadıköy’e. Aşağı inerken birinci katın penceresinin açık olduğunu görüyorum. Atlıyorum fakat bir köpek fark ediyor beni. Havlaya zıplaya yanıma geliyor. Hemen sakinleştiriyorum. Koklamaya başlıyor bacaklarımı. Beraber yürüyoruz. Adımlarımı yavaşlattığımda ya da durduğumda hırlamaya başlıyor. Oyun yapıyoruz birbirimize. Sert bir oyun. Tam ray bitiminde bir gövde görünüyor karanlığın içinden. O diyor köpeği işaret ederek, benim köpeğim. Allah bağışlasın diyorum, ne güzel yetişmiş. Öyle ve benden başkasını da dinlemez diyor iğmalı iğmalı. Ben durumu izah ediyorum. Sen ne arıyorsun burada bu saatte diye cevap veriyor benim izahımın sonunda. Basitçe anlatıyorum ama pek tatmin olmuyor. Birbirimize arkamızı dönüp yollarımıza çekilirken köpeğe sövdüğünü duyuyorum. Şöyle bir göz ucuyla bakayım derken fena ağır tokatlar indiğini görüyorum köpeğin suratına.  Yapma diyorum. Yazıktır diyorum. Sana ne lan diye çıkışıyor bana. Aklını almayayım akşam akşam diyor. Sonra nasıl bir ölüm olduğunu anlayamıyor. . Anlam veremedikleri bir karmaşada soluk alıp verenlere verilecek en büyük hediye basit bir ölümdür bence. Cesedi yerde kıvranırken nasıl da şaşkın bakıyordu gözleri. Bu sefer kalemle hallediyorum. Kanı sıçrıyor suratıma. Uzaklaşıyorum cesedin yanından. Bir ağacın altına sığınıyorum. Üzerimdekiler de epeyce kanlanmış, en iyisi bir an önce çöplüğe varmak diye düşünüyorum. O sırada birilerinin cinayeti fark ettiğini ve beni aramaya koyulduklarını duyuyorum. Bir iki bağırış çağırış patlıyor kulaklarımda. Polise haber veriliyor. Soluğum genişliyor ve bilincimi ele geçirmeye çalışıyor. Bir çıkış yolu bulmaya çabalıyorum. Aklıma mağdur olmak geliyor. Omzuma saplıyorum kalemi. Bağırmaya başlıyorum acılar içinde. Sesim adımları yaklaştırıyor saklandığım yere. Bir kurtaran yok mu? Onlar beni bulmadan sanki bir tragedya oyuncusunun yüzünü buruşturduğu gibi acılı bir ifadeyle atıyorum kendimi dışarıya. Biraz da deli numarası ekliyorum bu duruma. Polislerin lambalarıyla beraber gözüküyoruz topluluğa. Tedirginler ve o an linç edilmem için çok sebep var. Kaçtı diye inlemeye başlıyorum. Bütün mantıklı soruları cırlak sesimle bastırıyorum. Beni hastaneye götürüyorlar. Yaram sarılıyor. Ben kaçmanın planlarını yapıyorum. Katilin beni nasıl bulduğuna dair bir sorgulama oluyor. Ben hasta yatağımda, polisler de ayakta sanki bir tıp öğrencisi gibi dikkatle inceliyorlar, her yerimi. Düşkünüm ben memur abicim, yatıyorum ben orada, sıcak oluyor annadın mı? Ayrılıyorlar yanımdan. Ben de terk ediyorum derhal bu nereye baksan beyaz renginin korkunç hallerine tanık olduğun binayı. Yaram basit ama pişmanlığı büyük. Öldürmeyecektim, bıçağımı bile unutmuşum.

Basit, biraz da pişman olduğun karmaşalardan sonra kavuştuğun durgun bir koy gibidir. Hırçın kulaçları her ne kadar yumuşatabilse de dalgasızlığın getirdiği tedirginlikle yoğrulmuş bir sertlik taşır.  Yaşamın karmaşasıyla ölümün basitliği arasındaki fark da buradan çıkar.  Mesela bir gün annemin koynuna aldığı adamı bulup da bu sefer bıçağımı kıçına değil de ilk önce çükünü kesip ardından bıçağımı kalbine saplamayı becerebildiğim gün üç yanı yeşil tepelerle çevrili durgun bir suya sırt üstü uzanmış kadar huzurlu hissedebilirim kendimi. Sonra adam öldürmekten emekli olacağım. Ama ihbar etmem kendimi çünkü hapse girersem orada da ruhu kafese sıkışmış çok adam var. Ben de boş durmam, gerekeni yaparım vesselam.

Bir gün sokağın tekinde karşılaşırsak ya da yaşamın her hangi bir yerinde, bana basit cevaplar verin. Elinizdeki her şeyden bana ne, ben biraz manzara düşkünüyümdür. Terasınızda bulursanız beni çay falan istemem ama kovmayın beni. Hava kararınca kendi çöplüğüme dönmeyi bilirim.
Torlak...

16 Aralık 2011 Cuma

Sinepark 6. Kısa Tür Filmi Festivali "Korku Tüneli" Ödülü Microcassette Recorder'a! (2011)

Galatasaray Üniversite'nin düzenlediği Sinepark 6. Kısa Tür Filmi Festivali'nde "Korku Tüneli" ödülü arkadaşım Dünay Kılıç'ın yönettiği ve benim de oyuncularından biri olduğum (Tolga) "Microcassette Recorder'a" verildi. Herkesi tebrik ediyorum!

Filmi izlemek için aşağıdaki linki tıklayınız;
http://vimeo.com/26008787



2 Ekim 2010 Cumartesi

DenizBank kısa film yarışmasında ödüller sahiplerini buldu! (2010)

“AçıkDeniz’i Anlat Bana” kısa film yarışmasında, yönetmenliğini sevgili arkadaşım Dünay Kılıç'ın yaptığı "Fidye " adlı film birinci seçildi. DenizBank görevlisi Hakan rolü ile filmin oyuncularından biri olmaktan mutluluk duyuyorum. Herkesin emeğine sağlık. 


Filme aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz;
http://vimeo.com/14139761